Beyaz Yaka Grev Yapabilir mi? Güç, İdeoloji ve Vatandaşlık Üzerine Siyasal Bir Okuma
Güç ilişkilerinin karmaşık ağlarını inceleyen bir siyaset bilimci olarak sık sık düşünürüm: Modern toplumda kimler direnir, kimler susar? Mavi yakalı işçiler grev deyince akla ilk gelenlerdir; ellerinde pankart, omuzlarında tarihsel bir mücadele geleneği taşırlar. Peki ya beyaz yakalılar? Ofislerin steril duvarları arasında, bilgisayar ekranları karşısında çalışan bu yeni sınıf, grev yapabilir mi? Dahası, onların sessizliği bir rıza mı, yoksa modern iktidar biçimlerinin ustaca bir üretimi mi?
Güç ve Rıza: Ofis Dünyasının Görünmez Zincirleri
Antonio Gramsci’nin deyimiyle, her iktidar zorla değil, rıza üreterek hükmeder. Beyaz yakalılar, görünürde özgür bireylerdir: ofislerinde kahvelerini içer, toplantılarda fikir beyan eder, “takım oyuncusu” kimliğiyle övülürler. Ancak bu özgürlük, çoğu zaman neoliberal ideolojinin en etkili maskesidir. Grev, onların dünyasında bir “uygunsuzluk” olarak görülür; çünkü beyaz yaka, üretim zincirinin başında değil, yönetim kademelerinde konumlanmıştır.
Burada iktidar artık doğrudan baskıdan değil, performans değerlendirmesi, hedef puanları, “kurumsal aidiyet” gibi söylemler üzerinden işler. Beyaz yaka çalışan, sisteme karşı değil, sistem içinde “başarılı” olmaya yönlendirilir. Böylece grev, sadece bir eylem biçimi değil, aynı zamanda kimliksel bir meydan okumaya dönüşür.
Kurumlar ve İdeolojik Disiplin
Modern kurumlar, yalnızca üretim değil, aynı zamanda ideoloji üretim merkezleridir. Şirketlerin iç iletişim metinlerine, motivasyon konuşmalarına, kurumsal değer panolarına bakın: “Birlikte daha güçlüyüz”, “biz bir aileyiz”, “her gün daha iyisini yapıyoruz.” Bu tür sloganlar, çalışanların emeğini bireysel bir sorumluluk ve gönüllü bağlılık çerçevesinde yeniden tanımlar.
Grev ise bu ideolojik söylemin kalbinden vurulması anlamına gelir. Çünkü bir beyaz yakanın işi bırakması, sadece yöneticisine değil, kurumsal aidiyet mitine de meydan okumaktır. O yüzden beyaz yaka grevi yalnızca üretimi durdurmaz; şirketin kendini tanımladığı ahlaki zemini de sarsar.
Peki bu cesareti kim gösterir? İşte burada devreye toplumsal cinsiyetin siyasal boyutu girer.
Erkeklerin Güç Odaklı, Kadınların Katılım Odaklı Yaklaşımı
Siyasal davranış analizleri, erkeklerin kolektif eylemde stratejik ve güç merkezli düşündüğünü, kadınların ise katılım ve etkileşim odaklı davrandığını gösterir. Beyaz yaka grevinde bu fark çarpıcı biçimde gözlemlenir. Erkek çalışanlar genellikle grevi “kurumsal sistemde avantaj elde etme” aracına indirgerken, kadın çalışanlar onu “dayanışma ve demokratik katılım” fırsatı olarak görür.
Bu fark, yalnızca cinsiyet rolleriyle değil, siyasal kültürün toplumsal inşasıyla ilgilidir. Kadınların beyaz yaka grevlerine öncülük ettiği birçok örnekte (örneğin medya, eğitim veya sağlık sektörlerinde) grev daha kapsayıcı, yatay örgütlenmeli ve barışçıl biçimde yürütülür. Erkeklerin ağırlıklı olduğu teknoloji ve finans sektörlerinde ise grev, müzakere masasında güç dengesi kurma stratejisine dönüşür.
Her iki durumda da, beyaz yaka grevi bir iktidar müzakeresidir — sadece ücret ya da hak değil, görünürlük, değer ve ses talebidir.
Vatandaşlık ve Yeni Emek Politikası
Beyaz yaka, geleneksel anlamda “proleterya” değildir; ama aynı zamanda sermaye sınıfına da ait değildir. Bu ara konum, onları hem güçlü hem kırılgan kılar. Vatandaşlık bilinciyle hareket eden beyaz yakalılar, emek haklarını yalnızca ekonomik değil, kamusal bir mesele olarak görmeye başladıklarında siyasal alan genişler.
Grev, bu noktada bir “vatandaşlık eylemi” haline gelir: sadece işyerine değil, topluma seslenen bir çağrı. “Ben de yurttaşım, benim emeğim de görünür olmalı.” Bu söylem, neoliberal yönetim biçimlerine karşı yeni bir direnç biçimi yaratır. Çünkü modern vatandaş, artık sadece oy veren değil, iş yerinde de hak talep eden siyasal bir öznedir.
Beyaz Yaka Grevi: Sessiz Direnişten Politik Eyleme
Bugün beyaz yaka grevleri, ofis ortamında nadir ama etkili biçimde karşımıza çıkıyor. Yazılım mühendislerinin çalışma koşullarını protesto ettiği dijital grevler, çağrı merkezi çalışanlarının sanal eylemleri ya da akademisyenlerin “sessiz iş bırakma” kampanyaları, bu yeni direniş biçiminin örnekleridir.
Bu grevler çoğu zaman fiziksel değil, sembolik düzeydedir: e-postalara yanıt vermemek, sistem girişini yavaşlatmak, toplantılara katılmamak gibi pasif ama güçlü eylemlerle yürütülür. Bu, modern çağın “akıllı grevi”dir; bilgi çağında gücün kaynağını yeniden tanımlar.
Sonuç: Kim Grev Yapabilir?
Beyaz yaka grev yapabilir mi? Hukuken bazen evet, fiilen çoğu zaman hayır. Ama siyasal olarak — kesinlikle evet. Çünkü grev, yalnızca üretimi durdurmak değil, itaati sorgulamaktır. Beyaz yaka grevi, modern toplumun en derin paradoksunu açığa çıkarır: Güçlü görünen bireyin, aslında görünmez baskı ağlarıyla çevrili olması.
Bu yazıyı okuyan sizlere provokatif bir soru:
Eğer bir gün tüm beyaz yakalılar, sessizce bilgisayarlarını kapatsa, modern iktidar ne kadar dayanabilir?
Belki de asıl mesele grev yapabilmek değil, artık grev yapmaya cesaret edebilmektir.